“Astronot başvurularını değerlendirdiğim bir keresinde” diyor ve hikayesini anlatmaya başlıyor Nick Kanas. “Adaylardan, strese neden olabilecek bazı örnekler vermelerini istedim. Bir test pilotu, simülasyon uçuşunda kontrolünü kaybetti. Uçak düşerken, el kitabını çıkardı, sakince başparmağını içinde gezdirdi ve uçağı nasıl güvenli bir şekilde indireceğini çözdü. Duygularını geçici olarak kontrol etme becerisi çarpıcıydı.” Kanas gülüyor.
Kanas astronotların göze çarpan güçlü yanlarının tamamiyle farkında, güvenlik, performans ve yaşam kalitesi açısından risk oluşturabilecek birçok fiziksel ve psikolojik stresörünü biliyor. Uçuşla ilişkili olan bu stresörlerden bazıları: bir rokete binmek, ani hızlanma ve yavaşlama, oldukça ilkel yaşam koşulları, aile ve arkadaşlardan uzak kalma, başka insanlarla kapalı kalma, sürekli var olan çarpışma ihtimali ve sistem hatası ya da başka felaketler. Bir de astronotların kariyerlerinden gelen diğer stresör türleri var. Uzay programının ilk günlerinden beri, astronotlar toplumsal örnekler olarak lanse edilirler, bu durum, kamu tarafından yoğun bir inceleme altında yaşamak, uçuş ya da başka sebeplerle eğitim için evden uzun süre ayrı kalmak gibi uzayda olduğu kadar Dünya’da da ağır iş yükleri getirir. Onlar büyük bürokrosiler içinde başarılı olmaya çalışmanın tipik zorluklarına dayanmak, uçuş görevleri için endişelenmek ve Dünya’ya tekrar döndüklerinde ailelerine tekrar uyum sağlamak zorundadırlar. J. Kass ve I. Samaltedinov, bunların bazılarının bir astronot için nasıl görünebileceğini açıklıyorlar:
Bir astronot büyük bir maliyet ve emekle eğitilerek uzaya gönderildiğini ve özellikle kısa bir mekik görevi sırasında kendisi için belirlenen görevleri verimli bir şekilde yerine getirmek için kısıtlı süreye sahip olduğunu biliyor. Görev sırasında, bu deney için uzun yıllardır kendini adamış, Yer’deki bilim insanları için değerli olan veri kaybolabilir, ekipman uzayda onarılamayacak bir şekilde zarar görebilir ya da daha da kötüsü, bir hatası uzay gemisindeki yaşam güvenliğini tehlikeye atabilir. Bu gibi büyük hatalar nadiren olsa bile, astronot göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir stres altındadır ve bir sonraki planlanan görevin zamanında gerçekleşebilmesi için görevini çabucak tamamlamak zorundadır. Bu stres onu yalnızca bir birey olarak değil aynı zamanda bir takım üyesi olarak da etkiler. Benzer pozisyonda olan meslektaşları dikkatle onu izliyor olur ve çok iyi biliyordur ki, yapılan herhangi bir hata sadece çalışmalarını etkilemeyecek aynı zamanda birilerinin gözünde bütün ekibin başarısızlığı sayılacaktır.
Birleşmiş Milletler uzay programında psikolojinin üstesinden nasıl gelinir?
4 Eylül 1961’de Mühendislik Psikolojisi Bölümü’nde başkanlık yaptığı adresinde, Walter F. Grether yeni başlatılan uzay fethinde psikolojinin önemli rolünü doğruladı ve o günlerin psikologlarının, devasa davranışsal sorunlara yaratıcılık ve yaşam gücüyle karşılık verdiklerini belirtti. Havacılık tarihinde geriye dönüp bakıldığında, Grether, Birinci Dünya Savaşı sırasında askeri havacılığa birkaç katkı yapılmasına rağmen Wright kardeşlerin Kitty Hawk’daki ilk uçuşundan yaklaşık 35 yıl sonra havacılık ve psikolojinin hemen hemen ayrı yollarda gittiğini vurguladı. Ardından, 1930’ların sonunda sivil havacılığa fayda sağlamak için araştırmaların başlamasıyla ve bu araştırmaların İkinci Dünya Savaşı sırasında güçlü bir askeri program tarafından izlenmesiyle, havacılık psikolojisi öne çıkmaya ve etkili olmaya başladı. Grether “İnsanlığın uzaya gitmek için ilk girişimleri sırasında psikolojinin rolü ne kadardır?” sorusunu yanıtladı. İlk yedi Mercury astronotunun seçilmesinde, psikolojik testte öne çıkanlarla devam ettiler ve psikologların seçiminin ardından, araç tasarımında, eğitimde, görev tasarımında ve iş yükü yönetiminde üretken olmaya uğraştılar.
Grether, gelecekteki araştırmalar için dört büyük alana işaret etti: uzay aracı içinde hareket etme (bunun gerçekleşebilmesi için yeterince büyük araçlar üretildiğinde), gemi dışı faaliyet yönetimi (EVAs) ya da daha bilinen adıyla “uzay yürüyüşü”, buluşma, uzun süreli izolasyon ve kısıtlanma şartları altında yaşama ve çalışma. Amerika’nın uzaydaki geleceği için son derece iyimser olan Grether, psikoloji ve uzay araştırmaları arasında devam eden sıkı bir ortaklık öngörüyor. Psikologlara istihdam ve araştırma desteği için sağlanan yeni fırsatların ötesinde, uzay araştırmasının yeni bilgi sınırlarını açacağını ve yeni teoriler, hipotezler ve metodlara yol açacak olan yeni problemler hakkında düşünmeyi tetikleyeceğini düşündüğünü belirtti.
“NASA Tarih Serisi (The NASA History Series) kitapları arasında gezinirken rastladığım 2011 basımı Psychology of Space Exploration kitabı, NASA’nın uzay keşiflerinde yer alan astronotların psikolojik dayanıklılıklarından söz ediyor. Bu ilginç kitap gözlerimizi, uzay denildiğinde şüphesiz aklımıza dolan binlerce galaksi, yıldız, kara delik, gezegen ve uzaylı konularından bir anda tekrar insana çeviriyor.”
Kitap, birçok farklı NASA psikoloğunun görüşlerini ve bilim insanlarının uzay uçuşlarındaki insan psikolojisi üzerine yaptıkları çalışmalarına ait yayınlardan alıntılar içeriyor. Yukarıda okuduğunuz kısım ise yine bu kitapta yer verilmiş olan, 1962 yılının Şubat ayında, American Psychologist dergisinde yayınlanan Psychology and the Space Frontier isimli makaleden derlenmiş.
Yapay zeka çalışmalarının oldukça gündemde olduğu bugünlerde, uzay görevleri sırasında insanın duygusal yapısından kaynaklı gelişen hatalar belki de çok yakın bir gelecekte tarihe karışacak. Bunun yanı sıra kitabın kapağını kapattıktan sonra akla gelen ilk soru şu oluyor; peki insanlık bu soğukkanlı makineleri evirirken geçmişten bugüne yol aldığı uzay macerasının zorlu koşulları altında kendi psikolojisini de evirmiyor mu?
Gözlerimizi NASA tarihinden daha yakın bir gelişmeye çevirecek olursak, 27 Mart 2015’de Yer’den ayrılan astronot Scott Kelly ve kozmonot Mikhail Kornienko tam 340 günlük tarihi bir görevin ardından başarılı bir şekilde Dünya’ya dönmüşlerdi. Yıllarca süren sıkı bir eğitimin bir sonucu olarak bu görev için seçilen ikili, Dünya’ya döndüklerinde fiziksel ve psikolojik birçok zorlukla karşılaşmışlar ve bedenlerinin kısmen bu koşullara uyum sağladığı görülmüştü.
Son yıllarda beyaz perde de bu konulardan fazlasıyla beslenir oldu. Konu uzay psikolojisi olur da, akla nasıl Alfonso Cuarón’un yönetmenliğini üstlendiği, 2013 yapımı Gravity filmi gelmez… Filmde Sandra Bullock’un canlandırdığı bir tıp mühendisi olan Dr. Ryan Stone’un görev sırasında yaşanan korkunç bir kazadan kurtulmak için, tüm korkularını baskılayıp soruna çözüm arayışı işlenmiştir. İnsanın en temel ve güçlü dürtülerinden biri olan korku, kontrol altına alınması güç duygulardan biridir. İnsanın doğasına ve evrimine ilişkin oldukça güzel göndermeler yapan karelere yer verilmiş olan filmde, tıpkı Psychology of Space Exploration kitabı gibi uzay boşluğuna bakan gözlerimizi bir anda tekrar insana çevirmiştir.