Evrendeki yapıların nasıl evrildiği konusu belki de astronominin merkez sorusudur. Sonuçta astronomlar “Evrenin tarihçileridir”; ışık sonlu hıza sahip olduğu için “ne kadar uzağa bakarsak” aslında “tarihte o kadar geriye” bakmış oluruz.
Evrenin en uzak noktalarına uzanan gözlemler çok yaşlı olan düzgün şekilli oluşmuş yapıların top top olduğunu göstermiştir. Zamanda görebildiğimiz en uzak noktalara baktığımızda, ki bu şimdiki yaşının beşte biridir, galaksiler ve galaksi kümelerini tespit ediyoruz. Bununla birlikte “ilk çorba” içerisinden bu yapıların nasıl yoğunlaştığını hâlâ anlamıyoruz. Yapının oluşumu sahip olduğumuz teorilerde olacağından çok daha hızlı görünüyor.
Bu eski ve yeni yapılar, çekim ile sıkıca bağlı, yine de bu çekimin tamamı için kütleyi sorumlu tutamıyoruz. Kütle nerede?
Erken evrende hidrojen ve helyum gibi sadece en hafif elementlerin var olduğunu biliyoruz. Daha ağır tüm elementler bu hafif olanlar ile sentezlendiler ve bunun gerçekleştiğini bildiğimiz tek yer yıldızların merkezleridir. Sonrasında bu elementler süpernovalar ile evrende yıldızlararası ortama dağıtılıyor. Fakat bu ağır element elde etmek için tek yol mudur ya da onları üretmek için başka bir yöntemden bihaber miyiz? Birçok eski yapı kimyasal element çeşitliliğinin mevcut olduğunu göstermektedir, bunu onların tayfsal çalışmalarından anlıyoruz. Mesela, galaksi kümelerin içerisinde yayılmış gaz, kendi Galaksimizde gözlemlenen ağır elementlerin (yani, hidrojen ve helyum dışındaki elementler) karşılaştırılabilir bir kısmını ihtiva eder, fakat bu kümeler çok uzun zaman önce oluştular.
Astronomlar böylelikle tam anlamıyla bir “tavuk mu yumurta mı?” sorusunun “yıldızlar mı galaksiler mi?” şekliyle karşılaşıyorlar. Bu galaksi yapılarının oluşum bilmecesinin çözümünü çok daha zorlaştırıyor. Bu soruyu cevaplamanın en iyi yolu geçmişe çok daha hassas cihazlar ile bakmak ve hem galaksi hem de galaksi kümelerinin elementlerinin ölçümlerinin yapılmasıdır.